2023-03-20 12:19:19
VİCDAN SORUNU
Aşağıda linkini paylaştığım direnme kararı bana aittir. Bu kararın paylaşıldığı bir hakim-savcı gurubunda, Oğuzhan-Elif Asiltürk isimli kullanıcı tarafından, karara ilişkin olarak “keşifte hayvanını güden adamı duruşma düzenini bozuyor diye keşif aracına atıp adliyeye getiren ve disiplin hapsi uygulayan karar sahibine çok görmeyelim gerekçeyi. Mevki makam insanlara zulüm olsun diye keyfe keder kullanılmamalı. Kullanılanlarda sistem içinde tek tek elenmeli” şeklinde bir yorum yapılmıştır. Bende bu gurubun üyesi olduğum için yorumdan haberdar oldum. Bu yoruma, adalet anlayışımızı da özetleyen cevabım aşağıdadır.
Yorumda bahsedilen somut olaya geçmeden önce, biz makam- mevkii insanlara zulüm olsun diye keyfe keder mi kullandık, nasıl adalet dağıttık, bunu açıklayarak başlayayım.
Yahyalı benim ilk görev yerimdi. Yahyalı’da göreve başlamamdan kısa bir süre sonra, adliyeye bir vatandaş geldi. Bana, evinin de içinde bulunduğu taşınmazın, kendi adına tescili için, dava açıp kazandığını, fakat mahkemedeki dava dosyasının kaybolduğunu, bu nedenle yıllardır kullandığı ve içinde evinin de bulunduğu taşınmazını tapuya tescil ettiremediğini, hatta tapuya tescil ettiremediği için taşınmazın bir kısmının, bölgede yapılan kamulaştırma da, hazine arazisi olarak işlem gördüğünü ve kamulaştırma bedelini alamadığını, tapu-kadastro müdürlüğüne tescil için başvurduğunu fakat tapu-kadastro müdürlüğünün, dosyanın kaybolduğuna dair mahkemeden yazı getirmesini istediğini söyledi. Bana elindeki Yahyalı asliye hukuk mahkemesine ait, eski tarihli gerekçeli kararı gösterdi. Gerekçeli karara göre, kararın eki krokide gösterilen yerin davacı adına tesciline karar verilmiş fakat kararın eki kroki vatandaşta yok. Mahkeme karar kartonundan kontrol ettiğimde vatandaşın söylediğinin doğru olduğunu gördüm. Hakikaten, vatandaş dava açıp kazanmış, kararın bir örneği mahkeme karar kartonunda var, lakin kararın eki sayılan ve taşınmazın sınırlarını belirleyen kroki karar kartonuna da konulmamış, vatandaşa da gerekçeli karar ile birlikte tebliğ edilmemiş. Vatandaş da karar kesinleşince hemen gidip tapuya tescil yaptırmamış, muhtemelen nasıl olsa davayı kazandım diye düşünmüş. Sonrasında ise dosya kaybolmuş. Durumu mübaşire sordum, sonra müdüre hanım da geldi. İkisi de “Bu dosyayı bulamıyoruz” dediler. Müdüre hanım “Arşivdeki dosyaların bir kısmı yer olmadığı için cezaevine gönderilmiş, oraya da sırasıyla konulmamış, çok aradık fakat bulamadık” dedi. Vatandaşa “Amca ben buraya yeni geldim, bana biraz müsaade et, bir bakayım, halletmeye çalışacağım” deyip amcayı gönderdim. Vatandaş çıkınca mübaşir “Hakim bey bu adam dört yıldır gelip gidiyor, dosyayı bulamıyoruz, arşivdeki sırasında yok, 1990’ların dosyası, bize sıkıntı olur diye de dosyanın kaybolduğuna dair belge veremiyoruz, amca öyle gelip gidiyor” dedi.
Daha sonra ben arşive ve cezaevine baktım. Arşivde yok, cezaevindeki dosyaların hali harap, orda var mı bilmiyoruz, varsa da bulmamız üç dört aylık bir çalışma gerektirir, bulsak işe yarar halde mi onu da bilmiyoruz, zaten yeterli personel yok. Anladım ki dosyayı aramak çözüm değil. Vatandaşı çağırttım, geldi. “Bak amca, dosyayı bulamıyoruz, sana dosyanın kaybolduğuna dair yazı vereceğim ama ola ki bu belge ile de kadastro müdürlüğü senin işini halletmez o zaman dava açarsın, elindeki gerekçeli karar da açacağın dava da delil olur. Böyle bir dava açma durumu olursa davaya hakim olarak ben bakabilirim, sana davayı kazanırsın demiyorum. Belki davayı usulüne uygun açmazsın, belki göstereceğin tanıklar başka şeyler söyler, belki söylediklerinin doğru olmadığına dair başka bir şey ortaya çıkar, ben sana kesin bir şey söylemiyorum ama çözüm yolu bu” dedim. Amcaya birde çay söyledim, neticede dört yıl adliyeye gitmiş gelmiş, bir hatırı var. Dosyanın kaybolduğu ve bulunamadığına dair yazıyı da verdim. Sanıyorum kadastro müdürlüğü adamın işini halletti, zira ben Yahyalı da iki yıl çalıştım, adam bir daha gelmedi. Peki vatandaş bunun için niye dört yıl adliyenin yolunu aşındırdı? Mübaşirin açıkça söylemeyip ima ettiği şey şu; hakimler dosyanın kaybolduğuna dair belge verirsem bana sıkıntı olur düşüncesi ile vatandaşı bir şekilde geri gönderdi, adam da dört yıl bir umutla gidip geldi. İşte bizim sorunlara yaklaşımımız hep bu şekilde olmuştur.
Hiçbir zaman kendi menfaatlerimizi, adaletin önünde tutmadık. Menfaatlerimiz uğruna adaleti bir kenara bırakmadık. Bilindiği gibi 6248 sayılı yasanın uygulaması, pek çok kesim tarafından eleştirilmektedir. Kanun koyucu bu yasayı şiddete maruz kalan ve ciddi risk altında bulunan mağdurların korunmasını sağlamak amacıyla çıkarmıştır. Hukuk mantığı bunu gerektirir. Fakat kanunun uygulaması, adli birimlere yansıyan her olayda, özellikle aile içi olaylarda evden uzaklaştırma tedbiri uygulanması şeklinde olmuştur. Her ailede olabilecek basit tartışmalarda dahi uzaklaştırma kararı verilmiştir. Bunun sebebi ise “yarın bir cinayet olursa niye uzaklaştırma verilmedi, koruma altına alınmadı diye sorulur, ben sıkıntı yaşarım” mantığıdır. Neticede verilen uzaklaştırma kararları ile ailelerin parçalanması değerlendirme konusu olmamaktadır. Biz ise bu uzaklaştırma tedbirini, Taraflar arasında boşanma davası bulunması, tarafların ayrı yaşıyor olması, gerçekten mağdurun şiddete maruz kalma riski bulunan haller gibi istisnalar dışında uygulamadık. Bu kanunu bir tehdit unsuru olarak kullanıp, kocasına iftira atan kadını uyaran kararlarımız da olmuştur. Biz kanunu, kişilerin şiddetten korunması, aile bütünlüğü gibi toplumu ayakta tutan tüm sosyal dengeleri gözeterek ve nasıl karar verirsem ben sıkıntı yaşamam mantığından uzak bir şekilde uyguladık.
Boşanma davalarında kadına verilen nafaka, bu nafakanın bir süreye bağlı olmaması, çok kısa süren evliliklerde dahi yıllarca nafaka ödemek durumunda kalan erkeklerin, yeniden evlenme aşamasında sıkıntı yaşaması gibi durumlar sebebiyle sık sık eleştirilmekte, çözüm aranmakta ve hala tartışılmaktadır. Halbuki biz bu sorunu mesleğe başladığımız ilk yıl çözüme kavuşturduk. Biz Yahyalı’da göreve başladıktan sonra verdiğimiz tüm boşama kararlarında, kadın için yoksulluk nafakasına hükmetmemiz durumunda, bu nafakanın, aynı maddi ve manevi tazminat gibi, tek seferde toplu olarak ödenmesine hükmettik. Zira boşanan tarafların yeni bir hayat kurması için, bu en doğru çözümdür. Boşanan taraflar çoğu zaman husumetle ayrılırlar ve birbirlerini hatırlamak dahi istemez. Hal böyleyken bunları sürekli aylık nafaka ile birbirlerini hatırlamaya ve iletişime mecbur kılmak, başka sosyal sorunlara da sebep olmaktadır. Ayrıca toplu nafaka bir seferde ödenmekle veya icra yoluyla tahsil edilmekle süreç tamamlanırken, aylık nafaka her ay ödenmeye devam etmekte, ödenmemesi durumunda icra mahkemesine şikayet yoluyla gelmekte, bazen, nafaka alacağı için, pek çok icra ceza dosyası açılmakta, açılan icra dosyaları yıllarca devam etmekte, icra ceza mahkemelerine iş yükü olmaktadır. Bu sebeplerle toplu nafaka, sorunun kronikleşmesini engellemektedir. Kanunda da buna bir mani olmadığı gibi, bizim verdiğimiz kararlar Yargıtay’ca da onanmıştır. Nitekim toplu nafaka uygulamasının yaygınlaştırılması, yargı reformu strateji belgesinde de yer almıştır. Ben bu konuların tartışıldığını görünce, sayın Selahattin Menteş’e bizim bu sorunu yıllar evvel çözdüğümüzü anlatmıştım.
Hukuk mahkemelerinde, hakimin tarafları dinleme zorunluluğu yoktur. Fakat davanın taraflarının, yani davacı ve davalı asillerin, davanın temelini oluşturan vakıalar hakkında, mahkemece bizzat dinlenilmesi, gerektiğinde karşılıklı sorular sorulması, çelişkilerin açıklattırılması, dava konusu vakıa ve olayların daha iyi aydınlatılması, hak ve hakikatin ortaya çıkması için en iyi yoldur. Gerçek anlamda adil kararların verilmesini ve esasında adaletin sağlanması ancak bu şekilde olur. Bu yöntem tarafları doğru söylemeye de zorlamaktadır. Zaten sorulmadan, sorgulanmadan olay aydınlatılamaz. Olayı aydınlatmak sorgulamakla olur. Dosyayı akışına bırakmakla sadece şekli bir adalet sağlanabilir. İşte biz Yahyalı da göreve başlamamızdan itibaren, bütün dosyalarımızda, ön inceleme duruşmasına taraf asillerini, isticvap davetiyesi ile davet ederek bizzat dinledik. Bu, bizim olayı aydınlatma ve gerçek anlamda adil karar verme ihtiyacımızın doğal sonucuydu. Bu yöntem, çoğu zaman tanıklara dahi gerek kalmadan, işin gerçeği ortaya çıkarmaktadır. Ayrıca tarafların mahkemede bizzat dinlenilmesi, onların adalete olan güvenini artırdığı gibi, uzlaşmanın sağlanması ihtimalini de artırmaktadır. Fakat adalet sistemimizde isticvap uygulaması çok istisnadır. Bir avukat arkadaşıma, önemli bir davada yardımcı olmaya çalışırken, isticvabı söyleyince, bunu nerden çıkardın, burada uygulayanı hiç görmedim demişti.
Yahyalı’dan sonraki görev yerim Dargeçit oldu. Dargeçit’te çok fazla tapu iptal tescil dosyası vardı. Bütün dosyalar hava fotoğraflarını bekliyordu. Dosyaları incelediğimde, bir yıldan fazla süre geçmesine rağmen, hava fotoğraflarının hala gelmediğini gördüm. Her seferinde hava fotoğrafları için duruşma erteleniyor, vatandaşta adliyeye gelip gelip gidiyordu. Bazılarının sırf artık gelip gitmemek için, masrafları karşılayamadığı için davalardan vazgeçtiğini gördüm. İnsanın içi açıyordu. Hakimlik stajı yaparken Adalet akademisinde de hava fotoğraflarının çok geç geldiğini söylemişlerdi. İki ay içerisinde bütün dosyaların, hava fotoğraflarının gelmesini sağladım. Daha sonra istediğim bütün hava fotoğrafları ise dört hafta içinde gönderildi.
Dargeçit’te çalışırken bir vatandaş benimle görüşmek istemiş, geldi. Bir şeyler anlatıyor, çocukları okula kaydettiremiyorum gibi şeyler söylüyor, elinde de bir kağıt, ne dediğini anlamıyorum ama yüzünde bir çaresizlik ifadesi var. Katibi çağırdım, biraz dinledikten, evrakı ve mahkememizdeki dosyayı inceledikten sonra meseleyi anladım. Vatandaşın eşi, nüfusta teyzesi olarak kayıtlı imiş. Bunlar evlenmişler, üç de çocukları olmuş. Üç çocuktan sonra nüfus müdürlüğü, bu kişilerin teyze yeğen olduğunu fark etmiş ve savcılığa durumu bildirmiş, savcılıkta evliliğin iptali için dava açmış. Halbuki savcılık araştırsa, teyze yeğen olmadıklarını anlayacak ve evliliğin iptali değil nüfus kayıtlarının düzeltilmesi davası açacaktı. Neyse mahkemede teyze yeğen olmadıklarını söylemişler, mahkeme de nüfus kayıtlarının düzeltilmesi davası açmaları için süre vermiş. Sokağa çıkma yasağı ilan edilmiş, bu arada dava açamamışlar ve mahkeme evliliği iptal etmiş. Halbuki nüfus kayıtlarının düzeltilmesi resen araştırılması gereken bir konudur. Bu süreç hatırladığım kadarıyla Batman da gerçekleşiyordu. Kadın Gerçüşlü, kocası ise Dargeçitli idi. Daha sonra birde Gerçüş’te nüfus kaydının düzeltilmesi davası açmışlar oda reddedilmiş, niye reddedildi bilmiyorum. Daha sonra Dargeçit’te nüfus kayıtlarının düzeltilmesi için bir daha dava açmışlar. Bu sefer de benden önceki hakim, hatırladığım kadarıyla davacının annesinin yaşına dayanarak, yaşları tutmuyor, iddiaları doğru değil diyerek davayı reddetmiş. Aslında hem o mantık yanlıştı, hem de yaşları yanlış kaydedilmiş olabilir de, kısaca karar yanlıştı demekle yetiniyorum. Bu ret kararını yakın tarihte temyiz etmişlerdi. Adam velayet olmadığı için çocukları okula kaydettiremiyorum diyordu. Dosyanın temyizden dönmesi en az bir yıl sürecekti. Adama “sen yeni bir dava aç, iki de tanık göster ben hallederim, Bu dosya Yargıtay’dan dönünce buna da feragat dilekçesi verirsin” dedim. Eşim açsa olur mu, ben çalışmaya gidiyorum dedi, olur dedim. Eşi davayı açmaya geldiğinde hala sorunun çözüleceğine inanamıyordu. “Kaynanam beni çok severmiş, sonra beni oğluna istedi, evlendik, sonrada başımıza bu geldi” dedi. Sanki kusur kendilerindeymiş gibi. “Kurban adadık, bu sıkıntıdan kurtulursak kurban keseceğiz” dedi. Davayı açtı, bir ayda nüfus kayıtlarını düzelttim. Çok dua etti saolsun. İşte biz bu dualara güveniyoruz.
Kaman’da çalışırken, BOTAŞ’ında vekili olan avukat Ali Bora, bekleme müddetinin kaldırılması talepli bir dava dilekçesi getirdi. Dava dilekçesinde, davacının adresinin Kırşehir olduğunu tesadüfen fark ettim. Nüfus kaydına baktım, orada da davacının adresi Kırşehir. Avukat bey de Kırşehir’den gelen bir avukattı, yani Kaman avukatlarından değildi. Avukat bey’e “Davacının adresi Kırşehir’miş neden Kırşehir de açmadınız dedim, avukat bey “hakim bey Kırşehir de çok uzatıyorlar, o nedenle burada açtım” dedi.
Kaman’dan Ordu’ya savcı olarak tayin oldum. Bir avukat tutukluluğa itiraz dilekçesi getirdi. Dosya da bana yeni tevzi olmuştu. Gürgentepe savcılığından, ağır ceza mahkemesine dava açılmak üzere fezleke ile gönderilmiş, cinsel istismar iddiasına dayalı bir dosya idi. Tutuklu dosya olduğunu öğrenince, incelemeye ondan başlayayım diyerek dosyayı inceledim. Şüpheli tutuklanmıştı, fakat dosyayı incelediğimde, olayın olduğuna ihtimal vermedim. İddialar hayatın olağan akışına aykırı idi. Daha doğrusu ortada bir iddia da yoktu. Çocuk zaten cinsel istismar iddiasında bulunmamıştı. Kendini ifade edemeyen, özel eğitim öğrencisi bir çocuktu. Birkaç hafta önce okulda öğretmenlere, özel eğitim öğrencisi çocukların cinsel istismara uğrayabileceği, bu konuda dikkatli olmaları gerektiğine ilişkin seminer verilmiş, sonrasında okulda bir öğrencinin bir lirası kaybolmuş, öğretmenler bütün öğrencileri aramışlar, bu çocukta dört lira bulmuşlar. Bu çocuk bu parayı nerden buldu, ailesinin de durumu iyi değil, cinsel istismara mı uğradı derken, savcılığa bildirmişler ve sonrasında şüpheli tutuklanmış. Çocuğun ifadesini, video kaydından izledim, çocuk sorulan sorulara hiçbir cevap vermiyor. Cevap vermiyorsa öyledir diye düşünülmüş ve şüpheli tutuklanmıştı. Fakat olayın olma ihtimali yoktu. Savcının, soruşturma aşamasında şüpheliyi resen tahliye etme yetkisi var. Şüpheliyi resen tahliye etmeyi düşündüm, fakat ilçedeki savcı tutuklamaya sevk etmiş, ilçedeki hakim tutuklamış, tutukluluğa itiraz üzerine, ildeki hakimde tahliye talebini reddetmiş, şimdi ben şüpheliyi serbest bıraksam, bu savcı ne yapmaya çalışıyor diyeceklerdi. Artık bizde biraz tecrübe sahibi olmuştuk. Herkesin yeniden ifadesini aldım. Dinlenmeyen bazı tanıkları da dinledim. Çocuk zaten cinsel istismara uğradım demediği gibi, çocuğun anne babası da böyle bir şey olamaz diyordu. Mahkemeden tahliye talep ettim, şüpheliyi tahliye ettirdim. Ne yazık ki bugün cinsel istismar suçlarında, olayın olma ihtimalinin bulunmaması dahi şüpheliyi aklamaya yetmemektedir.
Bunlar gibi anlatabileceğim sayısız olay var fakat fazla uzatmadan, Oğuzhan Asiltürk’ün iftirasına argüman yaptığı olaya gelmek istiyorum. Bahsedilen keşfe konu davanın tarafları yıllar evvel boşanmışlar, mevcut dava ise mal rejiminden kaynaklanan katkı payı alacağı davası idi. Boşanmadan sonra taraflar arasında vukuu bulan olaylara ilişkin, çocukların da müşteki ve mağdur olduğu ceza dosyalarını görmüştüm. Keşifte tanığı dinlerken, tanığın söylediklerine davalı itiraz ederek tanığa cevap verdi. Bende acaba tanık ne cevap verecek diye kesmek istemedim. Hatırladığım kadarıyla davalı tanığa, evi kendi kazandığım parayla yaptırmadım mı gibi şeyler söylüyordu, tanık cevap verdi, fakat davalı yene itiraz etti, bu arada davacının oğlu, ki aynı zamanda davalının da oğlu fakat aralarında husumet var, davalıya, o kadar paran çoksa borcunu öde gibi bir şey söyledi, davalı da oğluna küfretti. Tabi bunlar birbirlerine bağırıyorlardı. O sırada keşfi izleyen adam da oradan bağırmaya başladı. Sanırım davacının oğluna, sen utanmıyor musun, o senin baban gibi şeyler söylüyordu. Herkes bağırdığı için her şeyi de tam anlayamıyordum. Bahsedildiği gibi koyun gütme durumu yok, koyun var ise de gitmişti, vatandaş, keşfi izliyormuş, bende sonradan gördüm. Zaten keşif köyün içinde idi, yani koyun güdülecek bir yer değildi. Herkes birbirine bağırmaya başlayınca benim de canım sıkıldı, jandarmaya üçünü de adliyeye getirin dedim. Bende sordum, bu keşfi izleyen vatandaşa, sana ne, sen ne karışıyorsun diye. Neyse üçüne de birer gün disiplin hapsi verdim, fakat 2 saat sonra, küfreden davalı hariç, diğer ikisini bıraktırdım. Hakim yüreği işte dayanır mı? Tabi olaylar bu noktaya gelince herkesin morali bozuldu. Daha önce sanırım avukatlardan, tarafların anlaşma niyetlerini duymuştum, bir uzlaştırmacı görevlendirdim, avukatlarda vekalet ücreti almadılar, taraflar arasındaki başka bir dosya ile bu dosyada tarafları anlaştırdık, bu şekilde uzlaşma sağladık. Bugün hakimler, vatandaş bir laf söyler, ters bir şey olur diye keşif mahallini gezemiyorlar. Ayrıca bizde insanız elbette kızacağız, hata yapacağız. Ben bu olayda hata yaptığımı düşünmüyorum ama yapa da bilirdim. İnsanları artılarıyla ve eksileriyle birlikte değerlendirmek gerekir.
Oğuzhan Asiltürk isimli kişiyi tanımıyorum. Yorumunu okur okumaz bende şu kanaat oluştu. Muhtemelen, kendisi benden sonra Yahyalı da görev yaptı. Yahyalı da adliye personelinden tüm hükümet konağı memurlarına, polisinden jandarmasına, avukatından bilirkişisine, öğretmeninden imamına, kurum amirlerinden belediye başkanına, herkes Orhan hakim şöyleydi, Orhan hakim böyleydi diye birazda abartarak anlatmıştır, demek ki kendisi de kalbinde hastalık olan bir insanmış, içinde oluşan haseti bu şekilde dışa vurdu. Yani benim mesleğimi Standartların çok çok üzerinde yaptığımı ona söyleyen pek çok kişi olmuştur. Dolayısıyla benim makam mevkii keyfe keder, insanlara zülüm olsun diye kullanmadığımı kendisi çok iyi biliyordur. Bir avukat temyiz dilekçesinde bana hakaret eden ifadeler kullanmış. Ben izinde idim, katibim Oğuz bey aradı, avukatın kullandığı ifade Oğuz beyin zoruna gitmiş. Biz insanı kalbinden tanırız. Bunların hepsi rol olamaz. Onlar benim arkamdan kötü konuşmaz.
Yahyalı’da benden sonra çalışan hakim-savcılardan, sadece Necmettin Uğur Şen’i tanıdım. Yahyalı’ya ziyarete gitmiştim. Ben seçim müdürlüğünde otururken, kendisi nezaket gösterip yanımıza geldi, o şekilde tanıştık. Herhalde Oğuzhan Asiltürk gibi düşünse nezaket gösterip yanımıza gelmezdi. Ayrıca ben Uğur hakime “hakim bey var mı şu konuda yanlış yapmışsınız, şu hataları sık yapmışsınız, şu hususa dikkat edin diyeceğiniz bir şey” diye özellikle sordum. Kendisi de bana “bir iki dosyayı Yargıtay usulden bozmuş, onun dışında bir şey görmedim hakim bey” dedi.
Adalet; vicdan işi, temiz kalp işidir. Kalp temiz olmazsa, en zeki öğrencileri, en iyi hukuk fakültelerinde okutup, en iyi eğitimi de verseniz, adaleti tesise memur olamazlar. İnsan öyle bir vicdana sahip olmalıdır ki, ne sicil notu, ne makamını ve menfaatlerini kaybetme korkusu, kişiyi adaletten ayırmamalıdır.
Aranızdan şahitler edinmek için iyi ve kötü günleri aranızda döndürürüz, ayetinde belirtildiği üzere, imtihandan geçtiğimiz bu süreçte, Oğuzhan Asiltürk’te kalbini hepimize gösterdi.